Antik çağın Yunan düşüncesinde Aristoteles

0
49

Antik çağın Yunan düşüncesinde Aristoteles bir başka önemli isimdir. Kendisinden önceki bütün bilgileri toplamış, iç içe geçmiş olanları birbirinden ayırmış, sınıflandırmış, eleştirmiş ve bütünlemeye çalışmıştır. Özellikle sonradan “metafizik” adlı yapıtı Tales’ten kendisine kadar gelen felsefe tarihinin çok başarılı bir özetidir ve güvenilir bir kaynaktır. Formel mantık adı verilen bu mantık Aristoteles’in saptadığı kurallardır. Onu en çok ilgilendiren konu, yaşayan doğaydı. Bir yönüyle niyeti mağaradan çıkmak ve Platon’un mutlak idealar dünyasına girmektir. Platon mantığını Aristoteles ise bunun yanında duyularını da kullandı.

Platon’un aksine Aristoteles felsefesinde doğanın dışında bir yerlerde mükemmel ideal biçimler yoktur. Çünkü biçimler şeylerin içindedir. Şeylerin ayırt edici özellikleri olarak onlarda mevcuttur. Platon için gerçeklik aklımızla “düşüncemiz” bir şey iken, Aristoteles için gerçeklik duyularımızla “algıladığımız” bir şeydi. İnsanların doğuştan gelen fikirleri olmadığına inanır. Aristo içimizdeki her türlü düşünce ve fikri bilincimize görüp işittiklerimiz yoluyla yerleşmiş şeyler olduğunu söyler. Onun için “özdek” bir şey oluşturan madde, “biçim” ise, şeylerin kendisine özgü özellikleridir.

Aristoteles’in devlet kuramı üç iyi devlet türünden söz eder. Bunların ilki monarşidir, ikincisi ise bugünkü cunta yönetimleriyle karşılaştırabileceğimiz aristokrasidir. Üçüncü devlet biçimi politeta, yani demokrasidir.

Aristoteles tanrıyı yadsımaz. İlk neden olarak düşünüp, daha sonraki süreçleri doğanın kendi kendine gelişimi olarak inisiyatifli sayar. Her şeyin sonuçta ilk nedenle, yani tanrıyla birleşeceğini söylemekle evren anlayışını ortaya koyar. “Her şeyin bir nedeni ve bir amacı vardır” ilkesi Aristosal bir formüldür. Dolayısıyla tanrısaldır. Bu yönlü tek tanrılı dinler üzerinde büyük bir etkisi olmuştur.

Grek düşünce yapısında daha sonra bu büyük filozofların çeşitli yorumlarına dayanan bir çok okul geliştirilmiştir. Yakın çağa, Rönesans’a kadar başta İslam ve Hıristiyanlık olmak üzere, bir yandan çok çeşitli dinsel felsefeler, diğer yandan din dışı bir çok felsefe okulunun gelişiminde dolaylı veya doğrudan kaynak rolünü oynamışlardır.

Diyalektik olarak felsefi düşünce ancak mitolojik izahların artık yetmezliğe düştüğü, insan zihnini doyuramadığı, hatta gülünç duruma düştüğü bir ortamın ürünüdür. Grek toplumunda dinsel ve mitolojik inancın Mısır ve Babil toplumuna göre çok zayıf olması, olanın da katı olmaması, siyasi rejimin cumhuriyet ve demokrasiye yatkınlığı, maddi zeminin refah ve bol boş vakte imkan vermesi, yeni düşünce ortamının ana özelliklerini elverişli kılmıştır. Tanrılardan korkma çağı geçtiği gibi, karmaşık kent devleti daha rasyonel, akla dayalı düşüncelere ihtiyaç duymuştur. Hepsinin altında yatan temel etken, köleci uygarlığın olgunlaşması ardında ciddi bir yıpranmayı yaşamasıdır. Greko-romen uygarlığı bu gerçekliğin itirafıdır.

Filozoflar çağında mitolojik kopuştan sonra iki temel üzerinde çelişkili bir düşünce sürecine girildiği gözlemlenmektedir. Bunlardan ilki pratik ağırlıklı duyumları esas alma yöntemi, diğeri ise ussal düşünme yöntemidir. Nasıl ki, inanç dünyamızın temelinde Sümer mitolojisi rol oynuyorsa, felsefi ve bilimsel düşüncemizin temelinde de bu iki ana koldan akıp gelen düşünceler rol oynamaktadır.

Platon

Felsefi düşünce özellikle Platon ve Aristo ile Atina site devletini kurtarmaya çalışıyordu. Özellikle Sokrates’in tüm çabası bilgili yurttaşın mümkün olduğunu göstermek ve böylelikle Atina devletinin böylesi bilinçli bir yurttaş anlayışıyla kurtarılabileceğini kanıtlamaktır. Platon bu anlayışı devlet haline getirmeyi temel amaç edinmişti. Aristoteles ise bu en iyi ve pratik yolun Aristokratik yöntemden geçtiğini esas alıyordu.

Tüm bunlar tersinden sonuç vermiş, Atina devleti ve demokrasisi çökmüştür. Felsefi düşünce tarzı insan aklına verdiği değerle objektif olarak köleci kent devletlerinin yıkımına yol açmıştır. Çünkü köleci sistemin doğasında insan aklı ve iradesi olmadığı gibi, bunların gelişimi karşısında ayakta kalacak gücü olamaz. Orada köle insan hiç bir hakka sahip olmayan üretim aracı konumundayken, köle sahipleri tanrılaştırılıyordu ve bunun insan aklına temel çelişki olarak yansıması diyalektik gelişimin gereğiydi.

Felsefi düşüncenin kendisi daha ilk Sofistler döneminde çelişkiyi ve bağdaşmazlığı görmüştür. Sofistler yasaların tanrı yapısı değil, insan yapısı olduğunu açıkça söylüyorlardı. Aklın ilk eleştirisi dönemini başlatmışlardı bile. MÖ. 500’ün sonlarında bu sürece girilmiştir. Grek uygarlığının hem büyüklüğü hem de çözülüşü bu gerçeklikle bağlantılıdır.

Felsefe ve diğer Ortadoğu zihniyet ve ahlak devrimleri, özünde köleci uygarlığa karşı olmak kadar, etnik yapıların dar töreciliğine karşı da bir yanıt niteliğindedir. Din ve felsefe adına geliştirilmiş tüm düşüncelerin yeni bir uygarlık yaratmak üzere, zihin ve vicdan hareketiyle reformdan geçirilmeleri büyük zihniyet ve dönüşüm devrimlerinde rol oynamıştır.

Read More about Sofistler kargaşayı körüklemekten

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz